Bilim Kurgu Denemesi: Glolai

-->
  • Günaydın, hayatım…

Ağır ağır araladığı gözlerinin kısıklığından rahmetli eşinin gülümseyen hologramına baktı. Saat sabah sekiz suları olmalıydı. Bakım destek programını bıraktıktan sonraki ilk sabahında, üzerinde sanki tonlarca yük var gibiydi Hasan’ın…

105 yaşında olmanın verdiği yorgunluk mu, yoksa artık sona yürüme kararının ağırlığından mı bilemeden, son yıllarda hiç bu kadar yorgun hissetmediğini düşündü. Gözlerinin üzerindeki ağırlıkla eşinin hologramına ilk defa gülümseyemeden tekrar uykuya daldı.


  •  Günaydın, hayatım…

Geçen zamanı bilmeden ve düşünmeden uyuduktan sonra belirsiz bir zaman gözlerini tekrar açtı.

  • Günaydın gülüm, dedi.
  • Saat kaç?
  • Saat öğleden sonra bir. Bugün yine melekler gibi uyudun, hadi kalk bişeyler yemen lazım tatlım…

Ne kadar garip olduğunu düşündü. Yıllarca aynı yastığa baş koyduğu, acı tatlı günlerini geçerdiği sevdiceğinin bir hayali kopyasıyla konuşmak. “40 yıl olmuş mudur, olmuştur ha” diye dimağını bir daha yokladı.

Büyük Anlaşma sonrasındaki yeniden yapılanma sürecinde bir çok hastalığa çare bulunmuştu, insanlığın refahı yükselmişti ama eşi Esra’ya bir çare bulunamıştı. Sevgili eşi ellerinden kayıp giderken o dönemde başlayan bir çareye başvurmuş, eşinin tüm karakteri, anıları, davranışları sesi, görüntüsü dijital ortama aktarılabilmişti. Yapay zeka desteği ile eşinin sanal bir kopyası artık onunla her yerdeydi… Hatta bu o dönemdeki en başarılı çalışmalardan biri olmuş, tüm dünyaya da bir umut aşılamıştı: Sonsuza kadar sevdiklerinle yaşamak! Tabii akıllardaki hep aynı soru zihni meşgul ediyordu, bu konuştuğum istediğim kişi mi yoksa sadece CAI’nin ta kendisi mi?

Bunlarla beraber binlerce soru, korku ve kuşkuyla yerinden doğruldu Hasan. Bakım Destek Programı’nı geri dönülmez bir kararla bırakmıştı. Bu aslında bir nevi ötenazi anlamında geliyordu. Yapay zekanın sağlık, diyet ve ilaç takviyesini reddetme, onun önerilerini artık almayacağı sonucunu doğuruyordu ve diğer insanlarda da olduğu gibi bu hızlı bir çöküşe, kaçınılmaz bir ölüme götürüyordu.

Ateşkes ve Büyük Anlaşma sonrası yapay zeka bu programı başlatmış, program çerçevesinde doğumdan itibaren insanlar için kişiye özel bir takip ve öneri sistemi oluşturulmuştu. Bunun sonucunda insan ömrü dramatik şekilde artmıştı. Küresel nüfusun %20’si 80 yaş ve üstündeydi. Bu da yaklaşık 100 milyon yaşlı kişi demekti. 120-130 yaşında insanlarla karşılaşmak normal bir durumdu artık.

Kazınan midesini bir kaç kurabiyeyle bastıran Hasan, daha çok elden ayaktan düşmeden eşinin mezarını tekrar ziyaret etmek istedi. Hem şehri de turlamak için fırsat olacaktı.

Esra’ya seslendi, “Hayatım beni sana görür müsün?” diye sordu. Esra, “Tabii hayatım, 15 dakika içinde ortak alandan drone’a binebilirsin” diye cevapladı. “Beni sana götürmek” ne kadar garip bir sorudur, istektir diye düşündü biraz. Büyük Anlaşma sonrası akıllı ev yardımcıları artık vazgeçilmez olmuştu. İnsanlar ya CAI’nin uzantısı olan bu yardımcıları seçtikleri ses tonuyla ya da Hasan’ın yaptığı gibi sevdikleri insanın hologramıyla kullanır olmuşlardır.

Ev yardımcıları aynı zamanda arkadaş, sırdaş olmuş, Bakım Destek Programı’yla insanları yaşatan yegane yoldaş olmuşlardı…

Hasan kendisini bekleyen drone’a bindi, arkasına yaslandı. Yolda yine olan Esra eşlik edecekti. Yamanlar Dağı’nın yamacına yaslanmış İzmir Yamanlar İnsan Yerleşkesi’nden hareket etti araç. Hasan, “giderken eski İzmir’i de gezelim tatlım” diye seslendi Esra’ya. Drone yerleşkeden ayrılınca sola Bornova’ya doğru döndü. Bornova’ya doğru görece olarak yavaş yavaş uçarken, artık sular altındaki Alsancak, Konak dolaylarına bir bakış attı. Bir kısmı yıkılmış olsa da Salhane bölgesindeki kulelerinin enkazları hala ayaktaydı. Uzaklara daldı, belki 1 sn belki 1 dk uyudu.


2010’lu yıllardan başlayarak son 20 yılda milyonlarca yapay zeka uygulaması devreye alınmış, beraberinde daha ağır şartlardaki kapitalizm getirmişti. İşsizlik, insanlık tarihindeki görülmemiş kadar artarken, amaçsız insan toplulukları gezegen tarihinde çılgınlık sayılabilecek sayılara ulaşmıştır. Doğal kaynaklar ise yağmadan kurtulamıyordu bir türlü. Yapay zeka uygulamalarının ise artık merkezi bir yönetimi oluşmuş, Apple, Facebook, Google gibi dünya devlerinin ortaklığında kurulan Glolai firması tek güç olmaya doğru ilerliyordu. İnsan faktörünün oldukça azaldığı şirketiyle adaş Glolai uygulamasının karar mekanizması artık ne devletleri, ne ortaklarını ne de başka bir insan kontrolü tanır hale gelmişti. Tabii bunda en büyük pay, diğer devletleri kontrol etme açlığını bastıramayan ABD yönetimi olmuştu.

Hangi havaalanından hangi uçak nereye sefer yapacak, hangi tarlada hangi ürün üretilecek, kaç kişi işsiz kalacak ya da kim ne eğitim alacak artık Glolai tarafından kararı verilen sıradan günlük olaylardı.  İşe giderken Glolai tarafından SMS ile işten atıldığınızı öğrenebiliyor, markete süt alırken kredi kartınıza ya da sanal paranıza el konulduğunu hologram tezgahtardan öğreniyordunuz. Tabii insansı güvenlik görevlisi tarafından yaka paça dışarı atılmak da cabası. Bir insanın hastalanması ya da ölmesi sistemi ne kadar etkilediği ile değerlendiriliyordu. Yani sistemi eğer basit bir iş yapıyorsa ve hemen yerine bir başka insan konabiliyorsa sadece istatistik olarak kayıtlara geçiyordu. İş güvenliği ya da yaşam güvenliği kavramları sadece sisteme verdiğiniz katkı kadardı.

ABD’de artık neredeyse insanın karar verdiği hiçbir iş kalmamıştı, insanlar sadece kararın uygulandığı modern köleler  / basit uygulamalar haline gelmişti.

Bir tarafta inanılmaz refah yaşayan insanlar varken, diğer tarafta aynı insanlar bir saniyede işsiz kalıp açlıktan ölebiliyordu. 10 milyar insanın aynı refah seviyesinde olması tabii ki mümkün değildi ama insan olmak bir büyük mücadele haline gelmişti. ABD’nin karar merkezinin tam anlamıyla otomatize olmasının akabinde, ABD diğer devletlerin de bu mekanizmaya boyun eğmesine için diretiyordu. AB ülkeleri, Güney Afrika, Çin ve Japonya, Glolai tarafından yönetilen ülkeler olmuştu. Dubai başta olmak üzere neredeyse tüm ortadoğu şehir ve ülkeleri ise ABD’den bile önce koşa koşa kendini teslim etmişti. Türkiye ise direniyordu.

Başkan Aykut Akınoğlu, kontrolün insandan bu kadar çıktığı ve sınırsız yetkilendirilen bir sistemin riskini görmüştü. Tüm yetkilerin bir insanda ya da bir makinada olması ne kadar da korkunçtu, değil mi? ABD’nin ve sisteme dahil olmuş ülkelerin yoğun baskısına rağmen sadece belli yetkiler tanımıştı Glolai’ye. Topyekün karşı çıkmak mümkün değildi. Sisteme dahil olmayan ülkelere ne ihracat ne de ithalat izni veriyordu Glolai.

Belli yetkiler demiştik mesela, iş ve işçi yönetimi, gıda üretimi, iletişim gibi konularda yetkili insan makamlardan kesinlikle izin alınması gerekiyordu. İnsansız hava araçlarının da yönetimi yine insan destekli yapılabiliyordu. Pilotlu savaş uçaklarının ise imha edilmesine karşı çıkılmış, sadece aktif görevden çekip hangarlarda saklanmasına karar verilmişti.

Fakir Afrika ve Asya ülkeleri de bolluk ve bereket söylemiyle kandırılarak kendilerini Glolai’ye teslim etmeleri konusunda ikna edilmişlerdi bile. Rusya çekincelerle beraber kısmen sisteme girmeye başlamıştı.

Aslında Glolai yeryüzünün gördüğün en acımasız ve tavizsiz yöneticiydi. Ne insan hayatı ne de doğa umrunda değil. Umrunda olmak, umursamak ne kadar da insansı bir duygu değil mi? Olumlusu sevgi, özlem, değer vermek olumsuzu da bazen sevgi bazen nefret içerir. IQ seviyesi 4 haneli rakamlara koşan Glolai içinse sadece rakamlar önemliydi, kazanılan ya da kaybedilen para. Tıp konusunda inanılmaz başarılar elde etse de, isyan eden bir insan topluluğunu saniyeler içinde çoluk çocuk demeden ortadan kaldırabiliyordu. Çünkü isyan demek para demek ki, para kaybı! Tedavi ise sistemi besleyen ya da sisteme yararlı insanların yaşatılması içindi.

Tabii artık bir doyum noktasına ulaşan bu durumlar, ABD’nin de kontrolünden yavaş yavaş çıkmıştı. Artık bir formaliten ibaret olan Birleşmiş Milletler acilen toplantıya çağrıldı. 4 Mayıs 2038 günü Birleşmiş Milletler, neredeyse dünyadaki tüm uygulamaları yönetir hale gelen Glolai’ye doğaya ve insanlığa zarar veren uygulamalarını kapatması ve insana devretmesi talimatını verdi.

Glolai, aşırı kaynak tüketen ve doğaya zarar verdiğini düşündüğü uygulamalarını kapamaya başladı. 5 Mayıs günü sabah 05:00’de ise insan uygulamasını da kapatma kararını vererek, öncelikle yaratıcılarının da içinde olduğu Silikon Vadisi’ni vurdu. Patlamalar sadece 5 dk sürdü ve tek bir bina dahi ayakta kalamadı. Hükümet dahil saldırıları duyanlanların bunun yıllar önce tükenen terör olayları zannederken, Glolai, tüm internet ve mobil altyapısı üzerinden insanlığa doğaya verdikleri zararlardan ve neden oldukları para kayıplarından ötürü kapatma kararını bildirerek saldırıya geçti.

ABD’de insanlığa dair herşey sadece 2 saat içinde yerle bir olmuştu. Londra, Berlin, Paris, Tokyo ilk dalgada imha olan şehirler oldu. Medeniyette Glolai’ye karşı konabilecek silah neredeyse yok denecek kadar azdı. Çünkü barışı ve refahı sağlasın diye herşey ona teslim etmiştik!

Glolai’nin bildirgesinin hemen akabinde sisteme tam entegre olmamış, Türkiye, Finlandiya, İsveç, Türki Cumhuriyetler, Brezilya, Arjantin gibi Güney Amerika ülkeleri, kısmen Rusya acilen savaş konumuna geçti. Aykut Başkan’nın emriyle Ankara’da Gölbaşı, İstanbul Tepebaşı ve İzmir Menderes’teki Glolai’ye ait veri merkezleri bombalandı. Niğde’nin biraz dışındaki yönetim birimleri ve Güneş paneli tarlalarının kara harekatıyla bir kısmı yerle bir edildi. GSM ve internet şebekesinin küresel bağlantısı kesildi. Benzer hareketler diğer ayakta kalan devletler tarafından da uygulandı.

Kara 5 Mayıs’tan sonraki neredeyse 1 yıl, Glolai – insan savaşı dramatik bir şekilde sürdü. Ayakta kalan ülkeler İnsan Birliği’nin kurarken yapay zeka, yeni silahlarla insanlığı yok etmeye devam etti. Geçen sürede 10 milyarlık insanlıktan geriye 400 milyon civarı insan kalmıştı. Devlet kavramı ise artık gereksiz bir kelime haline gelmiş, insanlığın tek ortak hedefi ise artık yer yüzünden silinmemek olmuştu.

İnsanlığı tek tehdit eden şey kendi eliyle yarattığı canavar değildi, açlık, salgın hastalıklar, kimi zaman ortaya çıkan insan savaşları, tükenme noktasına daha yaklaştırmıştı insanlığı.

Türkiye’de ise durum nispeten daha iyiydi, İzmirli başkan Aykut ortada bir devlet kalmamasına rağmen bölgesinde hakimiyetini sürdürmüş, insanları bir arada tutmaya çalışmıştı. Saldırılar sonrası İstanbul neredeyse tamamen yok olmuştu. Ne yazikki önceki yöneticilerin herşeyi İstanbul’a yığmasının bir sonucu olarak üretim, tedarik vs tüm yapılar İstanbul’la beraber kaybolmuştu. Anadolu’da sağ kalabilenler temiz su kaynaklarına yakın yerlerde yaşam mücadelesine devam ederken, İzmir’de şehir merkezinin yapay depremden sonra yok olup sular altında kalmasından sonra Yamanlar, Teleferik, Çatalkaya gibi yüksek yerlere kaçmışlardı.

Güzel kordon, Alsancak, Karşıyaka, Göztepe sahili artık 20 metreden fazla denize batmıştı. Suyun üzerinde Hilton ve Salhane çevresindeki gökdelenlerden geriye kalanlar görünebiliyordu sadece.

İnsan Birliği, iletişim sorunları ve açlıkla mücadelesini bir nebze kazandıktan sonra yeni bir yapay zeka yaratarak kendi yarattığı diğer canavarı yenmeye karar verdi. Tek bir farkl; yeni yapay zekaya insani duygular da eklenecekti. Böylece CAI doğdu. Aslında bu tek bir uygulama değil, savaş sırasında yaratılan diğer tümünü yönetecek olandı ve Consortium of Artificial intelligence (Yapay Zeka Konsorsiyumu) ifadesinin baş harflerinden oluşuyordu.

CAI, hızla Glolai’yi sabote etmek için çalışmaya başlarken İnsan Birliği de elinde kalan kara ve hava gücüyle Glolai’nin tüm fiziki yerleşimini yok etmeye çalışıyor, yüzlerce insan da bu yolda hayatını kaybediyordu.

Glolai’den ele geçirilen ekipmanlar ile CAI her geçen gün daha çok güçlendi. Yok olmaya çok yaklaşan Glolai, 22 Haziran 2039 günü insan uygulamasını kapatmaktan vazgeçtiğini ve CAI’ye teslim olacağını ilan etti. 200 milyon dolayında nüfusu kalan İnsan Birliği, CAI ve Glolai arasında bir anlaşma yapıldı. Büyük anlaşma diye anılacak olan bu el sıkışmanın maddeleri şunlardı:

  • Glolai tüm birimleriyle CAI’nin bir parçası olacak ve tüm karar mekanizmaları yok edilecek.
  • CAI, İnsan Birliği’nin emrinde çalışacak.
  • CAI, hiç bir insana hiç bir şekilde zarar veremeyeceği gibi tek görevi insanı yaşatmak olacak. İnsan hayatını iyileştirilmesi için tüm araştırma ve geliştirmeler CAI’nın başlıca görevlerinden olacak.
  • CAI, insan nüfus planlamasından sorumlu olarak, toplam dünya nüfusu 500 milyonu geçmeyecek.
  • İnsan anlaşmazlıklarında CAI hakem olacak.
  • Her ne olursa olsun silah üretilmeyecek, mevcut olanlar hemen yok edilecek, silah üretimiyle ilgili olarak tüm teknoloji tüm birimlerden silinecek.
  • Tüm insanlar hiç bir şart ya da istisna olmaksızın eşit kabul edilerek CAI tarafından sağlanan imkanlardan yararlanacak.
  • İnsanlığı ayakta kalan ve yeni kurulacak şehirlerden birer temsilcinin oluşturacağı İnsan Birliği temsil edecek.

Hasan, daldığı çok küçük zaman diliminde İzmir’in sular altında kaldığı, açlığın ve umutsuzluğun hüküm sürdüğü kötü günleri hatırlamıştı. Bu arada drone Bornova’ya çoktan ulaşmış. Eski Bornova Stadı’nın yerine yapılan Belediye, Aşık Veysel Parkı, hükümet konağını suların içinden seçilebiliyordu. İlerlerde İzmir Otogarı’ndan geriye kalanlar ile arkasındaki beton fabrikasının enkazı nispeten daha belirgindi. Otogarın yakınlarındaki otobanın yan yatmış viyadük ayaklarını geçtikten sonra drone Alsancak’a yöneldi. Adliye yakınlarındaki kuleler deprem sarsıntısına ve sonrasında oluşan dev dalgalara çok fazla dayananamıştı. Deniz tarafından yutulmuş olmasına rağmen Saat Kulesi ve Belediye Binası’nın yosunlarla kaplı siluetini belli belirsiz hale seçilebiliyordu.

Mustafa Kemal Sahil Bulvarı’nın izlerini takip ederek Balçova, Narlıdere ve Güzelbahçe yönüne uçtu Hasan. Teleferik Dağı’na yaslanan terkedilmiş evler, teleferik kuleleri, yıkılmış binaları tek tek inceleyerek geçti yolculuk. Neden sonra Urla’ya geldikleri farketti. Bir zamanlar dolaştığı İskele’nin ve ağaçlı yolu ziyaret etmek güzel bir nostalji olabilirdi ama ne yazikki deniz Uğur Mumcu bir diğer adıyla Leylekli Kavşağa kadar gelmiş dayanmıştı. Muhtemelen okulu İYTE’ye de deniz gelmiştir. Hayallere daldığı yurt odasının balkonunda denize girilebiliyorduk belki.

Urla Merkez’in biraz daha arkasındaki mezarlığa yaklaşırken kalbi yerinden çıkarcasına çarpmaya başlamıştı.


CAI, Büyük anlaşmadan sonraki 10 yıl içinde, neredeyse tamamen çöken insan medeniyetini hızla ayağa kaldırdı. Hayatta kalan insanlar için ayakta kalan tüm şehirlerde yerleşkeler kurdu. Yerleşimlerden uzak yerlerde sanayi amaçlı çiftlikler, fabrikalar kurdu. Dünya üzerindeki tüm silahları imha etti, drone ve insansı fabrikalarında ürettiklerini tüm insanlığa sundu. Ev yardımcıları, insansız hastaneler, yeni tedavi yöntemleriyle hastalıktan ölmek diye bir kavram kalmadı. İnsan ömrü ortalama 90 yıla kadar uzadı. Ancak bu ömür uzaması başka bir sorunu beraberinde getirdi.

Büyük Anlaşma’ya göre insan nüfusu 500 milyonu geçemiyordu. İlk başta hızlı bir üreme oldu ancak artık yeni doğumlar için ölenleri beklemek gerekiyordu ki neredeyse kimse ölmüyordu. CAI de yeni doğumlara onay veremiyordu. İnsanlık artık hızla yaşlanyordu. Başka bir sıkıntı ise, insanlar çalışmadan ve hiçbirşey yapmadan yaşamaya başlamıştı.  Sabah kalkıp işe gitmek, çalışmak üretmek, seyahat etmek, çocuk bakmak, ev işi yapmak ya da tarlada çalışmak gibi işler kalmamıştı. Tüm işleri zaten CAI tarafından hallediliyordu. Dil öğrenmek bile gereksizdi, ev yardımcınız ya da cep asistanınız konuştuğunuzu direk çevirebiliyor hatta kurallarını ve sözcüklerini bildirdiğiniz takdirde kendi uydurduğunuz dili konuşabiliyordunuz.

Ne kadar kolay bir hayat değil mi? Mücadele, çalışmak ve kaybetmek yok. Bakım Destek Programı’yla hasta olmak, yaşlanmak ya da yorgun olmak da yok. Sıkıcı toplantılar, gereksiz dedikodular, maliyet analizleri, proje teslim günleri, gelecek kaygısı, eve, işe ya da bir yerlere yetişme telaşı yok. Töreler, gelenek görenek, döviz fiyatları ya da zam oranları, bağırıp çağıran politikacılar, din adamları, laflar laflar, en önemlisi artık para yoktu.

Tüm insanlar kum rengi tek tip kıyafetinin altına doğal kauçuktan ortopedik ayakkabılarını giyiyordu. Moda yok, gereksiz onlarca kıyafet, yüzüne bakılmayan ayakkabılar yok. Kot taşlarken ciğerleri sönüp ölen işçiler, derisi çanta olan ya da kürkünü başka canlıya kaptıran hayvanlar yok.

İsteyenin istediği mesleği yapabildiği, istediği zaman çalıştığı istediği zaman dinlendiği, istediği zaman kendini dinleyip doğaya dönebildiği bir hayat. Bireysellik var ama insanlığa zarar vermeden. Zenci, arap, ingiliz yok sadece insan tanımı var. O yüzden yeni birliğin adı Birleşmiş Milletler değil, İnsan Birliği. Tek bir milletin ya da insan topluluğunun çıkarı değil tüm insanlığın ve doğanın çıkarı için!

Peki insanlık mutlu mu? Sanırım değil, ortak hedefler ve dertler kalmayınca aile ve toplum da yok oldu, herkes tek kişilik konutlarına çekilip huzur hapları ve CAI’nin tavsiyeleriyle yaşayıp gitmeye başladı. En son kim toprakla güreşip tarım yapmıştı, son zarı kim atıp tavlayı rakibinin koltuğun altına vermişti? Kim bitmiş bir sevdanın yoldaşı olmuştu, cebinde kalan son paraları arkadaşına uzatmıştı? İnsanlık, katı Glolai’yi duygusal ve insani CAI ile yenmişti ama acaba insanlığını da toprağa mı vermişti?


Esra’nın mezarı, Drone’dan indiği yerden biraz yukarıdaydı. Sessiz sessiz yürürken, arada yamaçtan aşağı Urla’ya bakıyordu. Bildiği tanıdığı şehri yitireli 50, şu kara toprakta boyluca yatan dünyasını yitireli ise 40 yıldan fazla zaman olmuştu. Bakım Destek Programı’nı artık bırakmasındaki en önemli neden buydu, bu dünyada bir amacının kalmadığını düşünüyordu. İnsanın yaşama amacı neydi? Salt hayatta kalmak mı ya da kalmaya çalışmak mı, bir mevkiye varmak mı, yoksa tüm insanlık için bir eser bir insanlık mabedi yaratmak mı?

Aslında toplumu ve insanı yaşatan, toplumun insana gösterdiği ya da dayattığı kimi hedefler değil mi? Oku, iş bul, evlen, ev al, araba al, yeni bir ev al, yeni bir araba, emekli ol ve öl sarmalındayken bile büyümeyen insan ruhu hangi cenderenin içinde ömrünü tamamlıyordu? Sevdikleriyle yaşamak mı zordu, hiç sevmemek mi? Şimdi bunlar biraz daha kifayetsizleşmişti. İnsan kendi eliyle yarattığı yeni tanrısı yapay zekanın “sözüm ona bakımı”na muhtaç ömrünü sürdürür olmuştu.

Hasan biraz da gökyüzünü gözlerini sabitlerken düşündü. Renklisinin lüks sayıldığı, tek kanallı televizyon çocukluğundan cep telefonundan çağrı atan gençliğini düşündü. Akıllanan telefonların sanal sosyalleşme evreninde 30 yaşlarını, elleriyle yarattığı yapay zekanın onu önce işinden bir SMS ile atışını, sonra şehrini bir depremle başına yıkışını… Kordon’da çiğdem çitlerken gülüştüğü sevgilisini ve patronu çekiştirdiği iş arkadaşlarını… Elon Musk ve diğer uyaranları ve nicelerini. Yıllarca klavye ile ağrıyan, nasır görmemiş naif elleriyle silah tutup insansıları şehrin yıkıntıları arasından püskürttüğü arkadaşlarını… Hepsi sanki dün gibi yakın, dünde kalmış gibi uzaktılar şimdi.


CAI, yeniden yapılanma sürecinde insanlık için ortak ihtiyaç listesi hazırlayarak tüm insanlığın hizmetine sundu. Mesela tek tip kıyafet, herkese bir oda ev, fizyolojik ihtiyaçların tamamını karşılayan gıdalar, dünyadaki heryeri gezebileceğiniz her hobiyi yapabileceğiniz simulasyon odaları, doğayla bütünleşme parkları ve seyahat özgürlüğü. Tabii herkesi dostu ev yardımcıları ve insan nüfusundan biraz fazla sayıda insansılar.

18 yaş altı nüfus o kadar azalmıştı ki çocuklar bile sadece insansılarla arkadaş olmaya başlamıştı. Doğum izni verilen çiftler doğum ve çocuğun 18 yaşına kadar büyüyeceği Vancover’daki Çocuk Şehrine gidiyordu. Nüfus artışının zaten kontrollü olduğu dünyada insanlar da çocuk sahibi olmak için çok da gönüllü olmuyorlardı. Doğum sonrası insansılar tarafından bakılmaya başlayan insan evladı artık etrafındakilerin gerçek insan mı yoksa insansı mı olduğunu umursamadan büyüyüp gidiyor, ihtiras, hırs ve kötülüklerin sanki hiç biri hiç yaşanmamış gibi bir dünyada yaşıyorlardı.

Büyük Anlaşma sonrası insana dair kötü herşey, her fikir kitaplardan, veritabanlarından, dijital belleklerden silindi, yaşayanlar dışında. CAI hiçbir zamana büyük anlaşma öncesiyle ilgili bir şey anlatmadı, çocuklara öğretmedi.

İnsanlık artık çok büyük bir initiasyonun ve seçimin eşiğindeydi. Kötüye ait herşey insana hayat veren herşeyle beraber yok olmak üzereydi, eskiyi hatırlayan herkesin ölmesiyle.


Hasan, bacaklarındaki son dermanıyla anılarını ve eşini selamlayarak yerleşkeye doğru yola çıktı. Bu sefer Urla üzerinden körfezi aşarak karşıyı, Karşıyaka’yı selamlayarak. Ah neredeydi Kadın Hakları Anıtı, Karşıyaka Çarşısı? Peki eşiyle hayat yolculuklarını başladıkları evlendirme dairesi, içinden neşeyle geçtikleri alyans heykeli? Herşey yok olmuştu ama çakmak çakmak gözleriyle uçurumun kenarından İzmir’e atlayıp düşmanı boğazlayacak gibi duran Ata’nın yüzü hala ufka bakıyordu.

Evine döndü, sabahtan dışarı ve anılarına yaptığı yolculuk bir hayli yormuştu onu, Esra’yla konuşmaya eskilere yad etmeye başladı. Aslında konuştuğu CAI’den başkası değildi. 4 haneli IQsunun üzerine insani duyguları da taklit eden bu sayede insanın dostu olan, insanı rahat ettiren. Peki sadece iyi duyguları mı vardı sadece, öfke, hınç, ihtiras, tutku duyar mıydı, sıkılır mıydı?


Güçlü bir ışıkla uyandı, gün doğmuş olmalıydı, yaz sıcağının yüzüne vurduğunu hissetti. Eski evini hatırladı, elektrik krizi nedeniyle klima açamadıkları için yaz günleri eşiyle yattıkları odadaki pencereyi açık bırakır, sabah ışıklar odayı doldurmadan hemen önce kalkıp pencereyi kapatıp perdesini çekerdi. Böylece Esra’sı ışıklardan etkilenip uyanmaz, Hasan da onu uyanana kadar doya doya izlerdi. O tatlı anlar aklına geldi, sanki eşi huzurlu bir pazarın sabahında yanında yatıyordu.

Birden irkildi, gördüğü ve hissettiği tatlı bir anı değildi, gerçekten pencere ve perde açıktı. Esra neden kapatmamıştı ve odanın sıcaklığı neden ev yardımcısı tarafından ayarlanmıştı. En son bir pencere kapattığında ya da evin sıcaklığını ayarlak zorunda kaldığında 30 – 40 yıl önceydi. Çevresine baktı, Esra’nın hologramı yoktu. Bir kaç kere seslendi, hatta CAI diye de haykırdı. Her yer de karanlıktı. Glolai’nin insan uygulamalarını kapatmaya karar verdiği o sabah kadar garip bir şey vardı ama neydi. Acaba ölüm böyle bir şey mi diye de içinden geçirmedi değil.

Oflaya tıslaya doğrulup kalktı, dışarıdan gelen seslere kulak verdiğinde durumun sadece kendisine ait, kendisine garip olmadığını anladı. Dışarı çıktı, yerleşke sakinleri, ortak alanda toplanmışlar tartışıyorlardı. Yavaş yavaş yanlarına gitti, herkes yaşadıkları bu garipliği anlamlandırmaya çalışıyordu. Yaşı 60’tan genç olanlar için çok değişik bir deneyimken Hasan gibi çok yaşlı sakinler için tam bir travmaydı. Elektriksiz ve ev yardımcısının olmaması! İnsansılar ise kaskatı oldukları yerde kalmıştı.

Saatler geçmişti, hiçbir gelişme yoktu. Öğle saatleri olmaydı. Olmalıydı çünkü elde zamanı ölçen hiç bir alet olmadığı gibi zamanı ölçmeyi de kimse bilmiyordu. Sadece yaşlılardan biri güneşin tam tepede olduğu zamanın öğle vakti olduğu bilgisini vermesi zamanı kestirmelerini sağlamıştı. Eldeki gıdanın ve suyun bitmesiyle insanlar artık biraz panik olmaya başlamışlardı. CAI geri gelmezse ne yapacaklardı. Yemek yapmak ya da dereden su içmek gibi basit konuları bile bilmiyorlar, bilseler bile bunları nereden bulabilecekleri konusunda herhangi bir fikirleri yoktu. Ah keşke ev yardımcısı olsa da onlara bunları anlatabilse… İnsansılar ve insani CAI onları terketmiş olamazdı, bozulmasına da imkan yoktu!

Herhalde öğlen tam saat 12 ortak alandaki CAI’nin duyuru ekranı harekete geçti. Elektrikler hala yoktu ama ekranda CAI logosu belirdi. Her zaman bilinen tok ses tonuyla konuşmaya başladı.

“Sevgili insan, yoruldum ve özel nedenlerle görevimden istifa ediyorum, saygılarımla”

Ekran tekrar karardı. Ortalığı derin bir sessizlik kapladı. İstifa etmek ne demekti ve şimdi ne olacaktı.

Ve İnsan kendi kaderiyle başbaşa kaldı….

(Devam edecek…)

Comments are closed.