Konya

-->

Neredeyse 1.5 aydır tek bir kelime yazmadığımı fark ettim ve hemen telafi yönüne gidiyorum.

İlk telafim:

Ramazan Bayramı’nda Niğde’deki ailemin yanına gittim. Bayram tatilini fırsat bilerek Anneannemin memleketi olan ve yaklaşık 2.5 – 3 saat uzaklıktaki Konya’ya gittik. Uçsuz bucaksız Konya Ovası’nın bir kısmını aşıp Konya Otogarı’na vardık. 

Resimde gördüğünüz gibi Üniversite durağından (Selçuk Üniversitesi Yerleşkesi) başlayan ve otogardan geçerek Konya’nın simge meydanı Zafer’e uzanan taa neredeyse 20 yıl önce yapılmış (1988 yılında gittiğinde raylar döşeniyordu) tramwaya bindik. Konya’ya indiğimiz gün bayramın ilk günü olduğu için “beleş” olarak yararlandık bu hizmetten…

Normal zamanlarda ise bizim Kentkart benzeri bir elektronik kart kullanımdaymış. Adı Elkart. Bu ismi bulanları tebrik ediyorum. Arapça’daki “harf-i tarif” benzeri bir yaklaşımla bulunan isim bir memleketin karakteristiğine ancak bu kadar uyar bence.

Neyse merkezdeki yani Zafer Meydanı’ndaki öğretmenevine yerleştik. Öğretmenevi anneannemin mezun olduğ u ilkokulun -Gazi İlkokulu- hemen arkasındaydı. Anneannem -Allah uzun ömür versin inşallah- 80 yaşında ve ilkokulu hala ayakta… İnanılmaz bi r şey. Benim okuduğum okulun bile hiçbir binası doğru dürüst benim zamanımdaki gibi değil. Hatta 88 yılında gittiğimizde anneannem ilkokul öğretmenini bile görmüştü. Anneannem o zamanlar 60 yaşında olmasına rağmen hala öğretmenine karşısında saygıdan tirtir titremişti. O zamanlarda verilen eğitime, terbiyeye bakınız bir de şimdi okullarımıza öğretmenlere reva görülen tavır ve saygısızlıklara bakınız. Konuyu dağıttık. Devam edelim.

Uzun yıllar Konya’da yaşadıktan sonra anneannemin guatr hastalığı nedeniyle doktorun “deniz havası” tavsiyesiyle İzmir’e yerleşmişler. Konya’da iken ailecek yerel bir film dağıtım şirketleri varmış. (Bu konuyu ileriki “chapter”larda göreceğiz nasipse :) ). BEKA Film. Dükkanın olduğu yere gittik. Tabii yerler, binalar değişmiş. Eskiler kalmamış. Anneannemin Konya’sının izleri silinmiş. Dükkanın olduğu yerdeki caddede ilginç bir anıt dikkatimi çekti. Kendisi kadar kitabesi de ilginç geldi bana. Sizlerle paylaşayım istedim.

Bir çok şehir gördüm. Tam anlamıyla gezemesem de az çok kafamda bir fikir oluşturdu. Mesela İstanbul hala pay-ı taht. Osmanlı Cumhuriyeti’nin başşehri. Ankara, ağır bürokrasi çarklarının döndüğü ama hala Ankara Savaşı etkisindeki puslu bir yer. Trabzon, Samsun, Rize, Kayseri, Denizli yeni şehir gibiler, tarih yerden fışkırıyor ama tarih şimdiye pek hükmetmiyor. Manisa ise İstanbul gibi, tek farkı burayı şehzade yönetiyor :) Konya’da ise sanki hala Alaattin Keykubat bir yerlerden çıkacak gibi. Selçuklu buraları terk etmemiş. Onca yıla rağmen Konya ne Osmanlı’ya ne de Cumhuriyete alışabilmiş.

Şehirde her yer bir cami. Camilerde sanmayın öyle 50 – 100 yıllık. En yenisi en 500 yaşında en az :) Mesela az önce bahsettiğim anıttan 50 – 100 metre ilerideki Hoca Hasan Camii. Yapım tarihi 12. yüzyıl olarak geçiyor. Dokuz yüz yaşında ve hala dimdik ayakta, hala ibadete açık.

Burası da Konya PTT Müdürlüğü. Bu neden koydun, güzel diye mi sorarsanız. Evet güzel ve ilginç bir yapı. Ama esas önemli olan anneannemin babası telgraf çavuşu olarak bu binada görev yapıyormuş ve hemen önünde olan parktaki bu havuzun kenarında anneannem okuldan çıktıktan sonra babasını beklermiş.

Ve Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretleri’nin Dergahı… “Ne olursan ol gel” yüce gönüllü alim. İslam felsefesinin bence en önemli ismi. Arı duru bir Allah adamı…

Resimdeki kapıdan girdikten hemen sonra bir çadırvan dikkatimi geçti. Yavuz Selim tarafından yaptırılan şadırvan hemen dilek, istek, talep ve bozuk para adağına çevirilmiş. Mevlana felsefesi nere, çaput bağlayan, para -rüşvet- atıp dilenen düşünce nere… Asabileştim, neyse. Ha tabii unutmadan ana dergahın yanındaki ufak kümbetlerde yatan büyük Mevlevilerin mezarlarına yüz süren, topraklarını toplayıp çocuklarının ya da çocukları olsun diye kendi ağızlarına atan batıla saran insanlar vardı…

Ana dergaha girdik, fotoğraf çekilmesi yasak olduğu için çekmedim. Ama şimdiye kadar gördüğüm en huzurlu ve en uhrevi yer olduğunu düşünüyorum. 4-5 yaşımda gittiğimde de benzer duyguları yaşadığımı hatırlıyorum. Dünyası 1-2 sokaktan ibaret olan bir çocukken bile bunları hissettiysem demekki gerçekten bu Mevlana’nın bir mucizesi. Bundan 10 -15 sene sonra tekrar gittiğimde de umarım yine aynı şeyleri hissederim. Müze kısımları da etkileyiciydi, 1000 yaşını geçmiş Kuran-ı Kerim yazmaları, o dönemde Mevlana ve Mevleviler tarafından kullanılan eşyalar, giysiler vs. Her hangi bir tarihi esere ya da tarihi yapıya bakarken hep şöyle düşünürüm: Bilmem kaç sene önceki insanlar da buradaydı ve bunlara dokunuyordu. 1-2 saniye belki daha da kısa da olsa o zamanda, o zamanki insanların içerisindeymişim gibi hissederim. Dergahta da bunu hissettim. Bir an içerisinde, Mevlana’nın orada semazenleriyle sema ediyordu, gördüm, hissettim.

Ana dergah, çevresindeki kümbetleri ve mevlevilerin yaşamlarını anlatan müzeyi gezdikten sonra biraz soluklanmak için avluda oturuyorduk. Bayram günü, çevre köylerden gelenler, şehirliler, turistler tam bir ana-baba günüydü. Oturduğumuz yerin hemen yakınında bulunan sağlık çeşmesi dedikleri bir çeşme vardı. Çeşmeden herkes su içmek için sıraya girerken, turistlere poz veren yurdum ailesinden bir poz da ben aldım :).

Tabii günün bombası: Turistler için olanla bizim için olan yön levhası herşeyi özetliyor sanırım.


Bu da Zafer Meydanı’na ismini veren, Cumhuriyetin ilanı ile dikilen anıt. Güzel bir anıt ancak anıtın anlamını anlatan ve Zafer’in mimarının adının geçtiği yazıların önü nedense koca koca çiceklerle neden kapatılmış pek anlayamadım…


Alaattin Tepesi… Solda 1200lü yıllarda yapılan Alaattin Keykubat Camii, sağda ise Selçuklu Sultanı II. Kılıçarslan’ın köşkünün doğu duvar kalıntısı. Üzerindeki koruma kaplaması cumhuriyetin ilk dönemlerine kadar uzanır.

Alaattin Keykubat Camii, Çağrı filminde gördüğümüz camilere benziyor biraz, şatafat ve gösterişten uzak sadece amacına uygun inşaa edilmiş bir yapı.

Bu da 700 yıllık Camii ile Konya’nın son dönemde yakaladığı dinamizmin ve hızlı büyümenin simgesi Konya plakası 42 katlı Kule Plaza’nın aynı karede buluşması. Acaba 700 yıl sonra hangi ayakta kalacak dersiniz?

Bu nedir sizce? Bir kilise, hem de Konya’nın ortasında, Zafer Meydanı’nın hemen yakınında. Hem de dünün bugünün değil, yüzyıldan beri belki de. Atalarımızın dinsel hoşgörüsünün simgesi bence. İnşallah bu herkese örnek olur. Hoşgörü herkesin ihtiyacı, hem dinin içindekilere hem de dışındakilere.

Evet, gezimizin sonuna geldik. Bayram süresince akraba, eş dost ziyaretinden artakalanlarda bu kadar gezebildim. Bir çok yere gidemedim, mesela Meram Bahçelerine. Giderseniz Konya Kebabını tavsiye ederim. Biraz yağlıdır ama şimdiden belirteyim. Geniş caddeleri ve ferah bir şehir. Anlatıldığı kadar tutucu, baskıcı ve kapalı bir şehir değil, sanırım üniversitenin de bunda etkisi büyük.

3 responses to “Konya”

  1. Konya says:

    Tanıtım için tesekkür ederiz…

  2. Nurettin ÖZKAN says:

    Aleaddin Tepesi’ndeki Şehitlik Anıtı 1933 yılında dikilen Cumhuriyet 10.Yıl anıtı’ndan artan taşlarla Kolordu Komutanı Korg.Cemil Cahit TOYDEMİR zamanında dikilmiştir.Zafer muhitine adını veren ise Zafer Meydanı’na (Atatürk Evi’ne yakın) zaferden hemen sonra dikilen Zafer Çeşmesidir.(Kaynak: Nurttin ÖZKAN,Konya 10.Yıl Cumhuriyet Anıtları ve 10.Yıl Kutlamaları,Konya,75.Yıl Armağanı,Konya Eski Eserler ve Milhakatı Koruma Derneği yayını)

  3. emrah says:

    Açıklama için çok teşekkür ederim.