Zâhid bizi ta’n eyleme!

-->

Efsanevi dizi (bence tabii) Alef ile tekrar hatırladığımız 400 küsur yıllık bu cumhur ilahisiyle (topluca okunan ilâhi) ilgili bir şeyler yazmak geldi içimden, paylaşayım dedim.

Zikir sahnesinden bir kare

Alef’in 4. bölümünde Kalenderîlilerin dergahtaki zikri sırasında çalınan ilahi, bugüne kadar pek çok sanatçı tarafında seslendirildi, dizi ve filmlerde de kullanıldı.

Mesela milletçe Şehzade Mustafa’nın, babası Kanuni Sultan Süleyman tarafından katlettirildiğini göz yaşları içinde öğrendiğimiz (Keşke tarih derslerinden öğrenseydik değil mi?) Muhteşem Yüzyıl dizisinde de kullanılmıştı.

Yetmişli yıllarda, basbariton sesiyle Ruhi Su da seslendirmişti:

Benim favorim ise Erkan Oğur & İbrahim Demircioğlu düeti:

Şair

Şair, Muhyî mahlasını (rumuzunu) kullanan Bezcizâde Mehmed Muhyiddin’dir. Arapça bir sıfat olan muhyi, ihya eden, dirilten, canlandıran, maddi ya da manevi hayat veren anlamına geliyor. Esma’ül Hüsna’dan yani Allah’ın 99 isminden biri aynı zamanda.

Şair hakkında bir wikipedia makalesi bulamadım ancak Diyanet İşleri Başkanlığı’nın İslam Ansiklopedisi‘nden hayatı hakkında bilgi edinmek mümkün.

Sözleri

Sözleri üzerine anladığım ve araştırdığım kadarıyla birkaç şey söylemek isterim.

Zâhid bize ta’n eyleme
Hak ismin okur dilimiz.
Sakın efsane söyleme,
Hazret’e varır yolumuz.

Zahid (arapça sıfat); dindar, sofu, aşırı sofu anlamına gelir. (İsim hali “zühd”, sanırım Zühtü ismi de burada geliyor.)

Ta’n (arapça isim) sövme, yerme, ayıplama. Dolayısıyla ta’n eylemek, sövmek, ayıplamak (Kaynak: Ferit Devellioğlu Osmanlıca – Türkçe Ansiklopedik Lugat)

Tarikat şeyhi olan şair, burada sofulara ya da koyu dindarlara seslenerek kendi yaptıklarının – belki zikir ya da diğer ritüellerinin- dine uygun olduğu, hak yolunda olduğunu, bu yüzden ayıplamamalarını istiyor. Kendileri hakkında yalan dolan bilgilere inanılmamasını talep ediyor. Yolumuz Hazret’e varır derken de büyük olasılıkla Hz. Muhammed’i (SAV) kastediyor.

Sayılmayız parmağ ile
Tükenmeyiz kırmağ ile
Taşramızdan sormağ ile
Kimse bilmez ahvâlimiz.

Sayılamayacak kadar çoğuz, öldürseniz de tükenmeyiz gibi bir anlam çıkıyor. Bence buna ek olarak inananların sadece tarikatla sınırlı olmadığı, sınırlı kalmayacağı, nesilden nesile gideceği. Ayrıca fiziki bedenleri ortadan kalksa bile ruhani varlıklarının süreceği. Ayrıca bizim bulunduğumuz ruh halini sorarak kavrayamazsınız da demekte.

Halvetî yolun güderiz
Çekilip Hakk’a gideriz
Gazay-ı ekber ederiz
İmam Ali’dir ulumuz.

Şair’in hayatına göz attığımzı zaman Halveti tarikatından olduğunu görüyoruz, yolunun bu tarikat olduğunu vurguluyor. Halvetilik de Bektaşilik gibi bir Alevî tarikatı olduğu için de Hz. Ali anılmış bu dörtlükte. Ayrıca Gaza-ı Ekber (Din uğrunda kâfirlerle yapılan büyük savaş) ile de aslında gerçek bir savaştan değil, insanın kendi nefsiyle yaptığı savaşı, mücadeleyi anlatıyor. Malum tarikatların en büyük amacı kişinin kendi nefsini yenerek ve ondan sıyrılarak din yolundaki en yüce amaca erişmek.

Erenlerin çoktur yolu
Cümlesine dedik belî
Gören bizi sanır deli
Usludan yeğdir delimiz.

Erenlerin nefsiyle mücadelelerinde yolu bir hayli uzun, belki de acılı. Görenler bizi deli zannediyor ama hak yolundayız aslında diyor. Deli gibi görünen aslında Hakk’a varmıştır demek istiyor. Bu noktada Özdemir Erdoğan’ın Sevdim seni bir kere şarkısına da bir selam çakmak lazım. Tabii bir insana hitaben mi yazılmıştır yoksa Hak aşkına mı atıfta bulunur bunu net söylemek zor.

sevdim seni bir kere
başkasını sevemem
deli diyorlar bana
desinler değişemem
desinler değişemem

daha yolun başındasın
değişirsin diyorlar
oysa sana çıkıyor
bildiğim bütün yollar

sevgi anlaşmak değildir
nedensiz de sevilir
bazen küçük bir an için
ömür bile verilir

Söz&Müzik: Özdemir Erdoğan

Dinlemek isteyenler için TRT Arşiv’in ve kendi sesinden:

Tevhîd eden deli olmaz
Allah diyen mahrum kalmaz
Her seher açılır, solmaz
Bahara erer gülümüz.

Allah’a inanan ve ondan medet umanın hiçbir zaman yanıtsız kalmayacağı ve sonun bahara ereceğine olan inancı anlıyor.

Muhyî sana olan himmet
Âşık isen cana minnet
Elif Allah, mim Muhammed
Kisvemizdedir dâlimiz

Eski dönemlerde şairlerin imzasını atması niteliğindeki mahyasını da ekleyerek ilahinin son kıtası sonlanıyor. Burada bir çok Mutasavvıfın yaptığı gibi Allah için “Elif” ve Hz. Muhammed için de “mim” harfinin kullanıyor. Tabii bu noktada benim aklıma şu takıldı. Acaba şair, Kur’an-ı Kerîm’deki yirmi dokuz surenin başında yer alan ve sadece harflerden (Mukattaa_harfler) oluşan müteşâbih âyetleri mi işaret ediyordu? Tam bilemiyorum bu kısmını.

Kapanış

Tabii tüm sözleri anlamak, yorumlamak için derin bir tasavvuf bilgisi ve ilgisi gerekiyor bence. Ayrıca yazıldığı dönemdeki toplum yapısı, tarikat gerçekleri gibi bir çok nokta çok kritik olmalı. O nedenle bu konuda uzman bilim insanları daha detaylı yorumda bulunacaktır, itiraf etmem gerekir ki internette bulabildiğim yorumlardan bir hayli öykündüm :)

Her yazının, şiirin ya da sözcüğün insan ruhunda ve aklında uyandırdığı düşünceler şüphesiz ki her okuyan için başka başkadır. Ben de kendimce yorumlamaya çalıştım.

Sahi siz bu ilahi dinleyince neler düşündünüz?

Comments are closed.